Troya’yı, Troya Savaşı’nı, tahta atı, dünyanın en güzel kadını Helena’yı duymuşsunuzdur. Ancak, antik Troya efsanesinde bunlardan çok daha fazlası var. Gelin hep birlikte şu ana kadar anlatılmış en büyük hikâyelerden birine göz atalım.
Antik Troya kentinin ve bu kent üzerine yapılan savaşın hikâyesi 3.000 yıldır dilden dile dolaşıyor. Durmadan bir yerden bir yere yolculuk eden hikâye anlatıcıları tarafından yayılan bu hikâye MÖ yedinci ila sekizinci yüzyılda Yunan ozan Homeros tarafından kelimelere, Yunan ve Romalı sanatçılar tarafındansa güçlü imgelere döküldü. Geçmişte dinleyicilerin aklını başından alan bu çetrefilli hikâye günümüzde de ilgi çekmeye devam ediyor. Bunu sebebini anlamak pek de güç değil. Ne de olsa bu, her şeyi, aşkı ve kaybı, cesareti ve tutkuyu, şiddeti ve intikamı, zaferi ve trajediyi efsanevi ölçüde ele alan unutulmaz bir hikâye.
Hikâyenin ele aldığı uzun yıllar boyunca süren olaylar Yunanistan’ın efsanevi geçmişinde yaşanıyor. Hikâyenin kalbinde Anadolu’nun batı kıyısında konumlanan, bir kadının kaçırılması üzerine intikam almak için Ege Denizi’ne açılan Yunanların 10 yıl boyunca kuşatma altında tuttuğu güçlü Troya kenti yatıyor. Bu antik dünya savaşına yalnızca faniler değil göksel karakterler hatta tanrılar da katılıyor.
Ne yazık ki bu doğrusu yanlışı kolayca anlaşılır bir hikâye değil. Kahramanları, en çok da Akhilleus, hem destansı bir güce hem de insani bir zafiyete sahip. Hikâyenin sonunda tam olarak kimin kazandığı ise bilinmiyor.
Paris’in yargısı
Hikâye bir düğünle başlıyor. Deniz tanrıçası Thetis, nifak tanrıçası Eris dışında tüm tanrı ve tanrıçaların davetli olduğu bir düğünle bir ölümlüyle evleniyordu. Bu duruma öfkelenen Eris düğünün yapıldığı yere üzerinde “en güzeline” yazılı altıdan bir elma fırlattı. Üç tanrıça, Hera, Afrodit ve Athena, bunu üzerilerine alınınca, tanrıların kralı Zeus bu işe bulaşıp arada kalmak istemediğinden topu Troya prensi Paris’e attı. Kazanan, Paris’e dünyanın en güzel kadınının, Helena’nın aşkını vaat eden Afrodit oldu. Fakat ortada ciddi bir sorun vardı. Helena hâlihazırda Sparta kralı Menelaos’la evliydi.
Uğruna bin gemi kaldırılan kadın
Troya prensi Paris, Sparta’ya bir devlet ziyareti için gelmiş, fakat ölçüyü aşarak kralın karısı, Sparta kraliçesi Helena’yla kaçırmıştı. Helena’yı geri getirmek ve zedelenen onurunu onarmak isteyen Menelaos, Yunan kahramanlarından oluşan devasa bir ordu topladı. Ordunun lideri, Menelaos’un kardeşi, Miken kralı Agamemnon’du. Ordu Troya’ya yelken almış, karargâh kurmuş ve kenti kuşatma altına almıştı. Ancak, Troya’nın surları güçlüydü, Troyalılar ise kentlerini dokuz yıllık savaş boyunca büyük bir cesaretle savundu. Yakınlardaki Troya şehirlerine akınlar düzenleyip oradaki bazı sakinleri esir alan Yunanlar nihayetinde savaşta galip geldi. Esir alınanlar arasında Yunan kahraman Akhilleus’a onur ödülü olarak verilen genç kadın Briseis de vardı.
Akhilleus’un öfkesi
Savaşın onuncu yılında, Homeros’un İlyada’sında anlattığı üzere bazı çarpıcı olaylar yaşandı. Yunan birliklerinin önderi Kral Agamemnon, Akhilleus’a ganimet olarak verilecek Briseis’i kendisi için esir aldı. Bu duruma öfkelenen Akhilleus birlikleriyle birlikte savaştan çekildi. Akhilleus’un annesi deniz tanrıçası Thetis, Agamemnon oğlunun onuruyla oynamaktan pişman olsun diye, Troyalıları bir süre kayırması için Zeus’a yalvardı. İlerleyen çatışmalar sırasında, Troyalılar gelişme kaydederek Yunan gemilerine tehlike yaratacak kadar yakın bir noktada karargâh kurmayı başardı. Onları geri püskürtmeye can atan Akhilleus’un yakın arkadaşı hatta belki de sevgilisi Patroclus, Yunanların moralini yükseltmek ve Troyalıların gözünü korkutmak için Akhilleus’un kılığına girerek Yunanları savaşa yöneltti. Başta planı işe yaramıştı, fakat daha sonra Troya prensi Hektor tarafından öldürüldü. Arkadaşının ölümü üzerine yas dolu bir öfkeye bürünüp gözü Hektor’dan intikam almaktan başka bir şey görmeyen Akhilleus, Agamemnon’la olan tartışmasını bir kenara bıraktı.
Hektor’un ölümü
Akhilleus annesinin getirdiği yeni zırhını giyerek savaşa geri döndü. Zafer bir kez daha Yunanların tarafındaydı, Akhilleus Hektor’u öldürüp intikamını almıştı.
İçi yas ve öfke dolu olduğundan, Hektor’un bedenini, ona geleneksel bir cenaze düzenleyecek Troyalılara bırakmadı. Hektor’un cansız bedenini Troya surlarından korkuyla izleyen ailesinin gözleri önünde savaş arabasının arkasına bağlayıp sürükleyerek aşağıladı. İlerleyen günlerde, bedenini defalarca toz toprak içinde sürükledi. Hektor ve ailesine acıyan tanrılar Hektor’un bedenini çürümekten korudu. Haberci tanrı Hermes, Hektor’un kederli babası, Troya Kralı Priamos’un gizlice Yunan karargâhına girmesine yardımcı oldu. Oğlunun bedenini fidye karşılığı bırakması için Akhilleus’a yalvardı. Akhilleus’un içindeki amansız intikam arzusu biraz olsun dinince, Priamos’un ricasını kabul etti. Artık Hektor’un cenazesi yapılabilirdi. İlyada’nın son kısmında hikayenin bu noktası ele alınıyor.
Akhilleus’un ölümü
Hektor ölmüştü fakat savaş devam ediyordu. Troya henüz düşmemişti, bazıları çok uzaklardan olmak üzere birçok müttefik kentin yardımına geliyordu. Yunanlar Akhilleus’un yardımıyla hem Amazonları hem de Kral Memnon önderliğindeki Habeşistanlıları mağlup etti. Ancak, Akhilleus kaderinde genç yaşta ölmek olduğunu biliyordu, annesi ona Troya’da savaşırsa kısa bir ömrü olacağını söylemişti. Ölümü, Helena’yı kaçırarak savaşı başlatan Troya prensi Paris’in elinden oldu. Anlatıma göre Thetis, oğlu Akhilleus’u yaralanmalardan korumak için suları değdiği her yeri koruyan Styx nehrine batırmış, batırırken de topuğundan tutmuştu. Paris onu vücudunun geri kalanının aksine kuru kalarak saldırıya açık olan topuğundan vurmuş, böylelikle bu büyük savaşçıyı yere sermişti.
Troya’nın düşüşü
Nihayetinde Yunanlar savaşı kurnazlığıyla ünlü İthaka kralı Odysseus’un tasarladığı dâhiyane bir hileyle kazandı. Geri çekilme numarası yaparak, hazırladıkları tahta atı tanrılara bir sunu olarak Troya’nın kapılarına bıraktılar. Atın içine en yiğit askerlerini saklamışlardı. Troyalılar numaraya kanarak atı şehrin içine aldı ve zaferlerini kutlamaya başladı. Gece çöktüğünde, atın içinde saklanan askerler dışarı çıkarak kenti kapılarını içeri sızmayı bekleyen Yunan ordusuna açtı. Kent yağmalandı, Kral Priamos ve Hektor’un küçük oğlu Astyanax’ın da dâhil olduğu erkekler ve oğlanlar vahşice katledildi kadınlarsa esir alındı. Troya düşmüştü. Yine de Troyalılar’ın hayatta kalma umudu vardı. Kral Priamos’un kuzeninin oğlu Aeneas, yaşlı babası, oğlu ve bir grup Troyalıyla kaçmayı başardı. Aeneas’ın hikâyesi Vergilius’un Aeneis destanında anlatılıyor.
Yurda dönüş
Troya’nın düşüşünden sonra, hayatta kalan kahramanlar ve birlikleri kazandıkları zaferin pek de keyfini çıkaramadı. Tanrılar kızgındı zira çoğu Yunan, kentin yağmalanması sırasında kutsal şeylere saygısızca davranmıştı. Yalnızca çok az sayıda Yunan evine kolaylıkla dönmüş veya dönüşlerinin keyfini çıkaracak kadar yaşamıştı. Yolculuğu en zor, en uzun ve en çetrefilli olansa Odysseus’tu. Deniz tanrısı Poseidon’un gazabına uğrayan Odysseus Akdeniz’in en ücra noktalarına gitmeye zorlandı. Bu zorlu yolculuğunda karşısına fırtınalar, gemi kazaları, tek gözlü devler olan Kikloplar’dan sesleriyle büyüleyen Sirenler’e kadar birçok tuhaf yaratık ve tehlikeli insan çıkmıştı. Nihayet yurduna döndüğünde, evinin bu yolculuktan sağ çıkamayacağını düşünen karısıyla evlenmek isteyenler tarafından kuşatıldığını gördü. Denizin yüzünde geçirdiği on yılın ardından bu son zorluğun da üstesinden gelen Odysseus, adamları öldürerek sadık karısı Penelope’yle yeniden bir araya geldi.
Odysseus’un da yurda ulaşmasıyla Troya Savaşı olayları sona erdi. Yunan veya Troyalı, galip veya mağlup, kadın veya erkek, hikâyenin tüm kahramanları geçmişten günümüze dinleyicileri dikkatini çekmeye devam ediyor.
23 Haziran 2019.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder