30 Eylül 2019 Pazartesi

14. yy'da Papa 9. Gregory "Kediler şeytandır, onları öldürün!" diye fetva verdi

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi


14. yy'da Papa 9. Gregory "Kediler şeytandır, onları öldürün!" diye fetva verdi. Kedilerin öldürülmesiyle artan farelerden yayılan Vebayla milyonlarca insan öldü"
14. yüzyılda 9. Gregory adındaki yobaz ve ahmak bir papa, bugün hala var olan, kedilerle ilgili saçma sapan batıl inançların ortaya çıkmasında büyük pay sahibi bir insan. Asya ve Avrupa’da yaşayan milyonlarca kedinin ve insanın hayatını birkaç yıl içinde karartmış bu adamın, kör inançlarının bedeli oldukça ağır olmuş.
Bir yobazın korkuları ve elindeki güç yüzünden milyonlarca masum canın katledilmiş olması, tarihten alınması gereken büyük bir ders taşıyor.
İnsanlık tarihindeki en büyük hastalık felaketlerinden biri olan veba salgını, nam-ı diğer “Kara Ölüm”ün ortaya çıkış sebebi konusunda, aslında birden fazla teori var. Bunlardan en güçlü olanlarından biri de, “Kedilerin İntikamı” adını layık gördüğümüz teori.
Yüzyıllar önce Avrupa topraklarında, önü alınamayan ve tahminen 75-200 milyon insanın ölümüne neden olan bir veba salgını oldu ve bu trajedinin yaşanmasındaki sebep 9. Gregory adındaki Papa’nın kedi nefreti yüzündendi.Bu dönemde çıkarılan “Vox in Rama” adındaki kilise belgesi, siyah kedilerin satanik bir simge haline gelmesinin ilk ortaya çıkış sebebiydi.Yobaz Papa, kedilerin şeytan olduğunu ilan etmişti. Zaten Avrupa’da o dönem bir şeylere şeytan damgası yapıştırmak, her şeyi şeytan görmek çok popülerdi ve bölgedeki bütün kedilerin, onlarla iş birliği yapan cadılarla (yani sahipleriyle) beraber yakılması için ferman verdi.Bunun üzerine onbinlerce kedi katledildi. Artık sadece birkaç sayılı aristokratın kedisi hayatta kalmıştı. Ama bu korkunç şeytan temizleme ayininden sonra, ölen masum hayvanların ve doğanın adaletinin vereceği ders çok büyük olacaktı. İntikam, Kırım’dan İtalya’ya gelen bir geminin ambarında geldi.Geminin ambarından limana inen birkaç fare, veba mikroplarıyla birlikte Avrupa sokaklarında fink atmaya başladı. Mikroplarını insanlara bulaştıracak olan bu fareleri, ortadan yok edebilecek hiçbir kedi yoktu. Avrupa nüfusunun neredeyse üçte biri sayılan 75 milyon insanın vebadan helak olmasının arkasındaki sebep tamamen nefret ve cehaletin sonucuydu
Müge Bal..
Papa IX. Gregorius, Doğum adı Ugolino di Conti, 19 Mart 1227 tarihinden 22 Ağustos 1241 tarihine kadar Papalık yapmıştır. Döneminde Altıncı Haçlı seferi düzenlemiştir



29 Eylül 2019 Pazar

Antik Dünya hakkında ilk coğrafya eserini yazan Strabon,Amasyalı Strabon Ve Cografya Adlı Eseri


Görüntünün olası içeriği: açık hava



Antik Dünya hakkında ilk coğrafya eserini yazan Strabon, (MÖ 64 - MS 24), Strabon (M.Ö. 63) Amasya'da doğmuş, Roma döneminde yaşamış Yunanlı bir tarihçi, coğrafyacı ve filozoftur.


Amasyalı Strabon Ve Cografya Adlı Eseri

Yazıda  Strabon’un Cografya Adlı Eseri hakkında bilgiler, eserin özeti,  eserin konusu, ana fikri,  eserin  kahramanları, romanın olay örgüsü, eserin yazarı Strabon’un, hayatı,  diğer romanları, Strabon’un Cografya Adlı Eseri   adlı eserden alıntılar, eser hakkında yorumlar, çevrildiği diller, eserin basım yılı, basım hikâyesi yazar ve eseri arasındaki ilişkiler yer almaktadır.

Antik Dünya hakkında ilk coğrafya eserini yazan Strabon, (MÖ 64 - MS 24), Strabon (M.Ö. 63) Amasya'da doğmuş,  Roma döneminde yaşamış  Yunanlı bir  tarihçi, coğrafyacı ve filozoftur. Devrinin en önemli eğitim merkezlerinden biri olan Nysa'da (Sultanhisar, Aydın) iyi bir eğitim almış olan Strabon eğitimini devam ettirmek için daha sonra Roma’ya kadar gidecektir.

Yaşadığı dönemde  yapılan göçler ve hangi milletlerin nerelere yerleştiğine dair verdiği bilgiler ile   önem kazanmış bir seyyahtır. Bugünkü Amasya ili sınırları içinde dünyaya gelmiş olan gezgin Dünyanın ilk Coğrafyacısı olarak kabul edilmektedir.
MÖ 44’te öğrenim için  Roma’ya gitmiş,  Başlangıçta Aristotelesçi görüşleri savunduysa da, sonraları Augustus’un öğretmenlerinden olan Athenodoros’un etkisinde kalarak Stoa okulunun görüşlerini benimsemiş ve  MÖ 31’e değin Roma’da kalmıştır.  MÖ 29’da Yunanistan’ı, gezmiş  MÖ 28’de Mısır’a gitmiş, Roma İmparatorluğu'nun büyük bir bölümünü dolaşmıştır. [1]  Mısır da kaldığı yıllarda Nil boyunca gezmiş,  Roma’ya gittiğinde Sardunya'yı da dolaşmış,  kuzeyde Karadeniz'den güneyde Etiyopya'nın sınırlarına kadar seyahat ettiği de  söylenen[2]  Starabon tüm bu gezilerinden elde ettiği bilgileri Coğrafya adlı eserinde yazmıştır.
Bu gezintileri sonucunda  tarih, coğrafya, felsefe konularında çalışmış, bilgi toplamış ve eserlerini yazmıştır. Gezilerinden sonra Amasya'ya dönmüş ve ve hayatının geri kalan 26 / 27 yıllık kısmını "benim memleketim" dediği Amasya'da geçirmiş,  M. S.26 yılında Amasya’da ölmüştür.
Strabon, yapıtının çeşitli yerlerinde a kendisiyle ilgili bilgi vermiş, atalarının Pontos krallarının yanında önemli görevler almış olduklarını belirtmiştir. [3] Özellikle anne tarafından  soylu bir aileye bağlı olduğunu belirten Srabon,  varlıklı bir aileden  geldiği için iyi bir eğitim aldığını belirtir.  “Strabon kitabında, adeta övünerek çok gezdiğinden söz eder. Strabon coğrafyacılar arasında kendisinin çizmiş olduğu sınırları aşarak, daha fazla gezmiş bir kimsenin bulunamayacağını yazmaktadır.” [4]
Tarih Cografya ve gezileri ile ilgili yazdıkları eser saysının  43 kitaba kadar ulaştığı söylenen Starabon’un eserinden günümüze ulaşan  oluşan eserinden geriye çok küçük bölümler kalmıştır. Historika Hypomnemata (Tarihi Hatıralar) adlı, 43 ciltten oluşan  eserinden geriye;  Polybios tarihinin bir devamı, Korinthos ve Kartaca’nın (MÖ 146) yıkılışından Sezar’ın ölümü ve Aktium Savaşına dek süren dönemi kapsayan  19 parçası günümüze kadar ulaşmıştır.
En ünlü eseri o dönemin bilgilerine göre anlatılan dünya coğrafyasını anlattığı "Coğrafya" adlı eseridir. 17 ciltten oluşan (Coğrafya) adlı yapıtının büyük bölümü günümüze kadar gelmiştir. Strabon’un coğrafyası tarihi olayları da içermekle birlikte  insanların, kavimlerin ve imparatorlukların fizik dünya ile olan ilişkilerini de belirten kapsamlı bir eserdir.  Strabon, Dünya'da sadece bir tek okyanus bulunduğunu ve sürekli batıya doğru gidildiğinde, Hindistan'a varılabileceğini belirtmiş olması gibi ilginç tespitler de yapabilmiştir. Bu eserinde  İspanya, İngiltere, İtalya, Yunanistan, Karadeniz, Hazar Denizi, Anadolu, Mezopotamya, Suriye, Arabistan, Mısır, İran ve Hindistan'a ilişkin bilgiler vermiştir. [5] Strabon, suyun erozyon gücünden, kimi yeryüzü şekillerinin nasıl oluştuğundan, yanardağların, rüzgârın ve rüzgârların oluşumu ve yönlerinden haberdardır. Ortaçağ İslâm Dünyası'ndaki tasviri ve tarihi coğrafya araştırmaları, Strabon'un bu yapıtından büyük ölçüde etkilenmiştir.
Satrabon’un Coğrafya adlı eserinin  Anadolu coğrafyasını kapsayan ciltleri  Prof. Dr. Adnan Pekman[6] tarafından dilimize çevrilerek Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından günümüz türkçesi ile basılmıştır.[7]  Türkçeye çevrilen kısımları Strabon´un M.Ö. 7 yılında, kimilerine göreyse M.S. 18-19 yılları arasında yazdığı 17 kitaplık "Geographika"nın yurdumuzun tarihi coğrafyasıyla ilgili XII, XIII ve XIV. kitaplarını içermektedir. [8]
Dünyanın ilk coğrafyacısı olarak da bilinen Strabon'un bu ünlü eseri birçok dile çevrilmiştir.[9]
Strabon'un yazdığı eser sadece bir coğrafya kitabı olmayıp, aynı zamanda miladın başlarındaki eski çağ dünyası hakkında bilgi veren bir ansiklopedi, bir tarihi coğrafya veya coğrafyanın felsefesidir.
COGRAFYA ADLI ESERİNDEN ALINTILAR
Strabon, Kalkedon'dan bahsederken "denizden biraz içerde, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar vardı" der. Bu timsahlı pınarın Kadıköy'ün ne tarafında olduğu bilinmemektedir[10]
“Eski tarihçilerin söylediklerine de kulak vermek gerekir. Örneğin, “Lydia Tarihi”ni yazmış olan Ksanthos benim daha evvelce bir yerde işaret ettiğim gibi, bu ülkenin sık sık karşılaştığı acayip değişiklikleri anlatır. Gerçekten burasını Arim’lerin efsanesinin geçtiği ve Typhon’un acı çektiği yer olarak kabul etmişler ve buraya Katakekaumene ülkesi demişlerdir Beş yüz stadion uzunluğu, dört yüz stadion genişliği olan Mysia ve Maionia denen ve Katakekaumene olarak adlandırılan ülkeye gelinir. Burada hiç ağaç yoktur; sadece kalite olarak ünlü şarapların hiçbirisinden aşağı olmayan Katakekaumene şarabının elde edildiği bağlar vardır. Toprağın yüzü küllerle kaplıdır, dağlık ve kayalık olan ülke sanki yangından olmuş gibi siyah renktedir. Bazıları, bunun yıldırımlardan ve ateşli yeraltı patlamalarından olduğunu tahmin etmektedir ve bunlar Typhon’un efsanevi hikâyesinin burada olduğunda tereddüt etmemektedirler. Fakat kaynağı şimdi tükenmiş olan ve yerden fışkıran bir alev nedeniyle olabileceği yerine, bütün bir ülkenin bir seferde böyle bir olayla yanmış olacağını kabul etmek mantıksızdır.' Burada birbirlerinden kırk stadion uzaklıkta olan “physas” denen üç çukur görülür. Bunların yukarısında, mantıklı olarak tahmin edildiği takdirde, topraktan fışkıran sıcak külle oluşmuş tepeler uzanır. Bu tür toprak bağcılığa iyi uyum sağlar. Halen en iyi ve bol miktarda şarap elde edilen, üzeri küllerle kaplı Katana toprağında olduğu gibi. Bazı yazarlar bu gibi yerlere bakarak, Dionysos’a (Phrygenes) denmesinin iyi bir nedeni olduğu hükmüne varmışlardır.”
Amasya
"... Benim şehrim; içinde İris (Yeşilırmak) nehrinin aktığı geniş ve derin bir vadide kurulmuştur. İnsan emeği buraya hem şehir hem kale karakterlerini çok iyi şekilde sağlamıştır. Çünkü burası çok yüksek ve sarp kaya olup dimdik nehre doğru iner. Ve nehir etrafından şehrin kurulmuş olduğu yerde sahilde bir duvar ve her iki tarafta da sivri tepelere doğru uzanan duvarlar vardır. Bu tepeler iki tane olup tabii bir şekilde muhteşem bir kule gibi yükselmektedirler. Bu çevre içinde kralların hem sarayları hem de mezar anıtları bulunur. Her ne kadar şimdi bir eyalet ise de Amaseia (Amasya) bir zamanlar krallara aitti..."


[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Strabon
[2]  http://www.amasya.gov.tr/amasyali-unluler-sayfa.asp?ContentId=14
[3] Bu bilgiler Prof. Dr. Adnan Pekman’ın dilimize kazandırdığı Arkeoloji ve Sanat Yayınları arasında çıkan “Strabon-Antik Anadolu Coğrafyası” isimli eserden alıntılanmıştır.
[4]  http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=113698
[5] http://www.turkcebilgi.com/Strabon
[6] http://www.idefix.com/kitap/antik-anadolu-cografyasi-strabon/tanim.asp?sid
[7] Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası: 12 - 13 - 14 ( Geographica ) Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 382 sf
[8] http://www.idefix.com/kitap/antik-anadolu-cografyasi-strabon/tanim.asp?sid=
[9]  http://www.amasya.gov.tr/amasyali-unluler-sayfa.asp?ContentId=14
[10] http://www.amasyabilgi.com/sayfalar/62/strabon.html

28 Eylül 2019 Cumartesi

Afrika’da sömürgeciliğe karşı başkaldırının ve ‘Kadın Savaşı’nın ilk ateşleyicisi: Nwanyeruwa

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, ayakta duran insanlar ve çizgiler

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, ayakta duran insanlar

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ağaç, açık hava ve doğa


Görüntünün olası içeriği: 4 kişi

Afrika’da sömürgeciliğe karşı başkaldırının ve ‘Kadın Savaşı’nın ilk ateşleyicisi: Nwanyeruwa


Nwanyeruwa, Nijerya’daki Igbo kabilesinin erkek hakimiyetine karşı yükselen mücadelesinin cesur bir neferi.
Yıl 1929’du ve Nwanyeruwa’nın yaşadığı bölge Birleşik Krallığın sömürüsü altındaydı. Nijerya’yı sömüren güçler bölgedeki erkeklere sınırlı ölçüde yetkiler verdi, kadınlar ise bu lütufmuş gibi tanınan haklardan tamamen mahrum bırakıldı. Sömürgeden önce özellikle pazarlarda ürünlerini satan kadınlar, topraklarının işgal edilmesi üzerine getirilen sınırlamalardan nasibini aldı.
Kadınların ticaret yapması ve üretmesi engellendiğinden, yani herhangi bir maddi kaynakları olmadığından sömürgecilere vergi vermiyorlardı. 18 Kasım 1929’da koloniciler tarafından nüfus sayımı gerçekleştiriliyordu. Bu esnada Emniyet Müdürü Okugo’nun elçisi Mark Emeruwa, Nwanyeruwa’nın evine gelerek ona kaç keçi, koyun ve kaç insanla yaşadığını sordu. Bu soru vergi alınacağının sinyaliydi. Nwanyeruwa buna karşı çıktı ve Emeruwa’ya tepki gösterdi. Yaşanan tartışmanın ardından vergi konusunu diğer kadınlarla tartışmak üzere hemen köy meydanına gitti.
Günler, hatta haftalar süren görüşmeler sonucu yaklaşık 10 bin kadın bir araya geldi.
Igbo kabilesinden kadınlar, komşu köylerdeki kadınlara palmiye yaprağı gönderdi. Bu, onların geleneklerine göre ‘davet’ anlamı taşıyordu Ve birbiri ardına binlerce kadın bu davete icabet etti. Kadınlar birbirlerine bir palmiye yaprağı alan her kadının yaprağını başka bir kadına iletmesini ve zincirleme bir iletişim hattı oluşturmasını söyledi.
Kadınların sesi çevre köyleri de etkisi altına aldı ve yaklaşık 25.000 kadın mücadelede buluştu. Kadınların protestosunun ilk hedefi Nwanyeruwa ile tartışan Emeruwa idi. Emeruwa’nın evinin etrafında toplanan kadınlar, kendi kültürlerine özgü yöntemlerle sömürgeciyi protesto ettiler.

Kendilerine özgü bu protesto yöntemine ‘erkeğin üzerine oturmak’ diyordu kadınlar . ‘Erkeğin üzerine oturmak’; kadınlar tarafından erkeklere karşı uygulanan geleneksel bir protesto yöntemiydi. Kadınlar bu yöntemle şarkılar söylüyor ve öfkeli oldukları kişileri protesto ediyorlardı.

Kadınlar erkek hatasını kabullenip, pişman olana kadar onu evine kadar takip eder, hatta evini yakardı. Bu kolektif eyleme ‘erkeğin üzerine oturmak’ ya da ‘erkeğe savaş açmak’ deniyordu. Ve bu yöntem topluluktaki erkekler tarafından da meşru kabul ediliyordu Sömürgecilere karşı uygulanmaya başladı bu yöntem. İşgalciler, kadınların toplantılarını Pagan ritüeli olarak görüyordu. Ve bu kendilerince küçümsedikleri ‘toplantılar’ kendilerine karşı bir silaha dönüşmüştü. Nwanyeruwa, Birleşik Krallık sömürüsüne karşı mücadelenin işaret fişeği oldu. Kadınların yıllar boyu biriken öfkesi yolunu bulup açığa çıktı. Kadınlar düzenledikleri eylemler ile yeni çıkarılan vergileri ve sömürgeci yöneticileri protesto etti. Kadın protestoları sömürgecilere karşı o güne dek bölgede açığa çıkan en güçlü başkaldırıydı.

AMAZONLAR

amazonlar kadın savaşçılar ile ilgili görsel sonucu

_ AMAZONLAR ______

"Kadın Savaşçılar Efsanesi"
___ Genelleme:
Amazonlar (Yunancası Ἀμαζόνες) klasik ve Yunan mitolojisinde tamamen kadın savaşçılardan oluşan tarihi bir ulus.
Tarihçi Herodot´a göre Amazonlar Sarmatia´nın Scythia ile sınır bölgesinde yaşamışlardır. Amazonların öne çıkan kraliçeleri arasında Truva Savaşında yer alan Penthesilea ve kardeşi Hippolyta sayılabilir.
Amazon savaşçılar genellikle Yunan savaşçılarla savaşırken resmedilmiştir. Helenistik ve Roma çağı tarihte Önasya´ya birçok Amazon saldırısından bahsedilir.
Antik Çağda Amazonlar birçok tarihi kavimle ilişkilendirilmiştir.
~ Dede Korkut´a göre:
Dede Korkut eserlerinde Alp Kızları diye geçer. Amazonların Azerbaycan´da yaşadıkları iddia edilir.
~ Herodot´a göre:
Herodot´a göre Sarmatyalılar, Amazonlar ve İskitlerin atalarıdır. Sarmatyalılarda kadınlar sık sık erkeklerle beraber ava çıkar, savaşta yer alırlardı. Ona göre savaşta bir adam öldürmeyen kadın evlenemezdi.
~ Hipokrat´a göre:
Hipokrat, Amazonları sağ göğüsleri olmayanlar olarak anlatır. Ona göre kız çocuklarına yapılan ve sıcak bronz bir metalle gerçekleştirilen operasyonla sağ göğüsün büyümesi engellenerek sağ omuz ve kolun gelişmesi sağlanırdı.
~ Roma tarihçilerine göre:
Sezar, yaptığı bir konuşmada Senatoya Semiramiş ve Amazonlarının Önasya’da yaptığı fetihleri anlatır. Ayrıca Pompeius Trogus, Amazonların vatanı olarak Kapadokya´yı gösterecektir.
Çeşitli Romalı tarihçiye göre Amazonların yaşadıkları yerler arasında farklılıklar vardır;
- Philostratus´a göre Toros Dağlarında,
- Ammianus´a göre Tanais´de,
- Procopius´a göre ise Kafkaslarda yaşamışlardır.
Aurelianus esir alınan Got kadınlarını Amazonlar olarak adlandırdığı için bazen Amazonların vatanı olarak Baltık bölgesi bile belirtilmektedir.
~ Aydınlanma çağına göre:
Avrupa´da Rönesans zamanında Amazonlar ilgi kaynağı olmayı sürdürmüştür. Francisco de Orellana 1542 yılında ulaştığı ırmağa, buradaki yerli kadın savaşçılara atfen Portekizce Amazonas ismini vermiştir. Kristof Kolomb ve William Raleigh gibi dönemin ünlü denizcileri de Amazon savaşçılarını anlatırlar.
~ Gerçeklik payı:
Amazonların gerçekten yaşayıp yaşamadıklarına dair belirsizliğin bir dayanak noktası vardır. O da Amazonların ataları olan Sarmatyalılardaki kadın savaşçıların gerçekten var olduğudur.
Bir efsane bile olsa Amazonların dayandığı temel gerçeklik burasıdır. Bu gerçeklik arkeolojik kazılardan da anlaşılmaktadır. Özellikle Sarmatya kadın mezarlarında yüzde yirmibeş oranında silahlar çıkmaktadır. Bu durum Sarmatyalılardan sonra İskitler’de de görülmüştür.
~ Popüler kültürde Amazonlar:
Çeşitli çizgi roman, film, televizyon dizisi ve bilgisayar oyunlarında Amazon imgesi sıklıkla işlenmiş ve kadın kahramanlar Amazonlardan esinlenilmiştir.
Bunların arasında televizyon dizisi olarak Xena – Savaşçı Prenses sayılabilir.
___ Detaylı İnceleme:
Amazonlar hakkında en geniş bilgiyi haklarında anlatılan öykülerden biliyoruz. Bir rivayete göre Libya ’da başkasına göreyse Kafkasya ’da ortaya çıkmıştı Amazonlar...
Ne var ki öykülerin geçtiği asıl yer Anadolu’dur.
Anadolu Amazonlarının erken tarihi neredeyse yaşadıkları söylenen bölgelerin tarihi kadar karanlıktır.
Bir söylenceye göre soyları zalimlikleri yüzünden tahttan indirilen iki İskit prensesi Scolopotus ve Hylinos ile başladı. Bu iki prenses aileleri takipçileri ve takipçilerinin aileleriyle birlikte yurtlarından ayrılarak Kafkasların eteklerinde bir devlet kurdular.Yeni bir ülke arayışındaki tüm göçebe kavimler gibi önceleri öldürdüler ve yağmaladılar.
Fakat ele geçirilen halklar öç almak için gizlice silahlandılar. Bunu izleyen ayaklanmada İskit efendilerini yenmeyi başardılar. İskitlerin bütün erkekleri öldürüldü. İskitlerde savaş eğitimi kadın erkek ayrımı yapılmadan herkese verilirdi. Savaş eğitimi almış olan İskit kadınları kaçmayı başardılar. Peşlerinden gönderilmiş bir birliği de yenmeyi başarmış takipçilerinden kurtulmuşlardı.
Erkekleri olmayan ve eskiden hükmettikleri insanlar tarafından esir edilmenin aşağılayıcılığına katlanmayı reddeden kadınlar Meotis Gölü (Azak Denizi) bölgesinde tamamen kadınlardan oluşan bir devlet kurdular. Biri devlet işlerini biri de orduyu yönetecek iki kraliçe seçtiler. Güçlü bir ordu oluşturduktan sonra savaşçılıklarını denemek üzere savunmayı bırakıp saldırıya geçtiler.
Buna rağmen başarılı olmaktan uzaktılar; nüfuslarının artmaması onlar için bir dezavantajdı.
Yeni kazandıkları özgürlükle evliliğin kölelik olduğuna inandıkları halde soylarının tükenmesi tehlikesi yakın topluluklarla anlaşma yapmalarını gerektirdi. Bu geçici birlikteliklerden doğan erkek bebekler babalarına geri verildi; kızlarsa yaya ve at üzerinde dövüşebilmek üzere çocukluktan itibaren eğitim gördüler.
Başlangıçta genç kabile Don Nehri kıyısında yaşardı.
Nehrin adıda ordu kraliçesi olan Lysippe ’nin oğlu Tanais ’ten gelir. Tanais savaşa olan tutkusu ve evliliğe değer vermeyişi yüzünden Afrodit ’i kızdırır ve annesine aşık olmakla cezalandırılır. Tanais ensest ilişkiye girmektense kendisini nehre atıp boğar. Nehir o günden sonra onun adıyla anılır.
Lysippe Amazonları Anadolu’ya getiren kraliçedir. Onun zamanında Amazonlar Karadeniz’e geldi ve güney kıyısına yerleşmeye krallıklarının batı sınırını belirlemek için ormanların arasında bir kent kurmaya karar verdiler. Bu kente kraliçelerinden birinin adını verdiler: "Sinope"
Hakimiyetlerini Kolkhis ’e (Eskiden Karadeniz ’le Kafkasya ’nın güneyi arasındaki bölgeye verilen ad) kadar genişlettiler. Bölgedeki dağlara Amazon dağları adı verildi. Amazon Dağları’ndaki derelerin birleşmesiyle oluşan geniş ve kısa bir nehir olan ve Karadeniz ’e dökülen Thermodon Nehri ’nin ağzındaki güzel bir burnun üzerine başkentleri Themiserya’yı (Bugünkü Terme) kurdular.
Amazon savaşçılarının en mağrurları barışta kendilerini avlanmaya ve savaş talimlerine verirdi. Bununla birlikte Anadolu Amazonları’nın tarımlada uğraştıkları sanılıyor.
Savaşçılar her yıl iki aylarını çocuk sahibi olmaya ayırırlardı.Yalnızca savaşta adam öldürenlerin çiftleşmesine izin vardı. Başarılı olan savaşçılar kendilerini komşuları Gargarianlardan ayıran dağa gider bekarlıklarının özgürlüğünü simgeleyen kemerlerini çıkarırlardı. Bir Amazon hamile kaldığında eve dönerdi. Doğan kızlar Amazonlarla kalır savaşçı olarak yetiştirilirlerdi. Oğlan çocuklar Gargarianlara geri verilirdi.
Gargarianlarla geçirilen ya da tarımla uğraşılan birkaç ayın dışında Amazon ülkesi bir ordu devleti görünümündeydi.Ekonomik politik ve sosyal yapılanmalar savaş temelliydi. Savaşa giden ordu gençliklerinin en seçkin dönemindeki savaşçıları kapsardı. Bu savaşçıların ata binmedeki üstünlükleri anlatılırdı hep. Çıplak ata biner çoğunlukla sadece yular kullanırlardı.
Bir rivayete göre Anadolu ’ya biniciliği ilk onlar tanıtmıştı.
Savaşlarda hızlı ve yenilmez olmalarını ata bu denli hakim olmalarına borçluydular. Bir Amazon daha küçük yaşta erkeklerin egemen olduğu bir toplumla alay etmeyi öğrenirdi. Amazonların savaşçı yetenekleri üst düzeydeydi. Okçulukları çok başarılıydı.Kalkanlar ve zırhlar oklarına karşı korunmaya yetmiyordu. Kargılar ve “bigennis ”denilen çift ağızlı baltalarıyla savaşlarda çevrelerine dehşet saçarlardı. Darbelerden korunmak içinse ana tanrıçanın simgelerinden biri olan Ay biçimli kalkanlar kullanırlardı.
Amazonlar yüzyıllar boyunca Karadeniz ’deki üslerinden çok uzaklara akınlar düzenlediler. Kraliçeler Efes ve Thiba gibi kentler kurdular.
Üç kraliçe tarafından yönetilen (Marpesia Lampado Hippo) üç kabile batıda Trakya’ya doğudaysa Suriye’ye yöneldi. Başkentleri Themiserya ’da savaş ganimetlerinin artmasıyla Artemis ’in ilkel bir versiyonu için tapınaklar inşa edildi ve onuruna festivaller düzenlendi.
Yunanlı coğrafyacı Strabon da Amazonlardan bahsedenler arasındadır. “…
Bazıları isimleri Alazonlar diğerleri Amazonlar olarak ve Alybe’den sözcüğünü Alope’den ya da Alobe’den şeklinde okuyarak ve Borysthens Irmağı ötesindeki İskitlere ‘Alazonlar’ ve aynı zamanda ‘Kallipidler’ ve daha başka isimler vererek –ki bu isimler Herodot Hellanikos ve Eudoksos tarafından bize zorla kabul ettirilmiştir- ve Amazonları Kyme yakınında Mysia Kariave Lidya arasına yerleştirmek suretiyle ki bu Kyme’li Ephoros ’un da fikridir tarihi metni de ğiştirmişlerdir.
Ephoros ’un bu görüşü mantıksız olmayabilir; çünkü onlar vaktiyle Amazonlar tarafından sonradan Aioller ve İyonlar tarafından yerleşilmiş olan ülkeyi kastetmiş olabilirler ve söylediğine göre isimlerini Amazonların vermiş olduğu belirli kentler vardır: EphessosSmyrnaKyme ve Myrina gibi …”
Amazonların Anadolu ’daki yaşantılarını bize anlatanlardan ikisinin adı Halikarnas ’la ilişkilidir. Bunlardan ilki Halikarnas’lı Herodot ’tür. Tarihin babası olarak anılan ve sonradan Strabon’un da Amazonlardan söz ederken atıfta bulunduğu Herodot onların öyküsünden ilk bahsedenlerdendir.
“Amazonların ki İskitler bunlara oirpata derler Yunanca karşılığı erkek öldürenler demektir” der yazdığı tarihte. Onlara savaş açan Yunanlılar diye anlatır Thermodon savaşını kazandıktan sonra canlı olarak yakaladıkları Amazonları üç gemiye doldurup denize açıldılar. Amazonlar açık denizde erkeklerin üzerine atılıp onları döve döve öldürdüler. Ama bir gemi nasıl yönetilir bilmiyorlardı dümen nasıl tutulur yelken nasıl kullanılır haberleri yoktu. Erkekleri öldürdükten sonra rüzgârın ve dalganın önüne katılmışlar Dik Bayır denen yere varmışlardı.
Amazonlar burada karaya çıktılarçevrede otlayan atlara rastlayınca bunların üzerine atladılar ve İskit topraklarını yağmalamaya başladılar.
İskitler başlarına gelene bir anlam veremiyorlardı.
Bunların ne dillerini anlıyorne giyinişlerini tanıyorne de kim olduklarını biliyorlardı. Amazonların saldırıları karşısında şaşırıp kalmışlardı; bunları genç ve zorlu erkekler sanıyorlardı. Savaş alanında kalan ölüleri görünce daha da şaşırdılar bunlar genç erkekler değil kadınlardı. Bir daha ne olursa olsun onları öldürmemeye karar verdiler. Bakacaklar görünüşte bunlar kaç kişidir aralarından o kadar sayıda genç delikanlı ayıracaklar karşılarına onları çıkaracaklardı. Bu gençler kamplarını Amazonların kampının yanına kurup davranışlarını onlara göre ayarlayacaklardı.
Eğer kadınlar üstlerine yürürlerse savaşmayıp arayı biraz açmakla yetineceklerdi.
Sonra onlar durunca bunlar da duracak ve kamplarına geri döneceklerdi. İskitler böyle düşünmüşlerdi; çünkü bu kadınlardan çocukları olsun istiyorlardı. Delikanlılar aldıkları emirleri yerine getirdiler. Amazonlar onların kendilerine zararları dokunmayacağını anladıklarında onlara aldırmaz oldular…
Öğle vakti olunca Amazonlar birer ikişer çevreye dağılır doğal gereksinimlerini karşılarlardı. Bunu gören İskitlerden birisi kızlardan biriyle birlikte oldu. Kız da buna karşı koymamıştı. Bunu izleyen günlerde İskit gençleriyle Amazonlar daha da yakınlaştılar; kamplarını birleştirip beraber yaşadılar. Amazonlar İskitlerin dilini konuşmaya başlayınca gençleri kendileriyle birlikte gelmeye ikna ettiler. Birlikte Tanais Nehri ’ni geçip yeni topraklara yerleştiler.
Amazonlardan söz eden bir diğer isim de Halikarnas Balıkçısı’dır.
Ege ’de bulunan birçok kentin Amazonlar tarafından kurulduğunu anlatır: “Anadolu ana erkil bir sistemle idare edilirken büyük ana tanrıça Kibele’ye tapılırdı. Kibele bir ay tanrıçasıydı. Kızlığı kadınlığı ve analığı temsil ettiği için doğan ay dolunay ve azalan ay olarak gösterilirdi yani üçlek bir yapıdaydı. Ana tanrıçanın birçok adı vardı.
Bunlar arasında İzmir adının kökü bakımından ‘Marian ’‘Mirin ’‘Aymari ’ve ‘Mariyamne ’adları önemlidir. Bu adların sonuncusu Suriye ’ye vardığında Meryem’e batıya ulaştığındaysa Marian ’a dönüşür”…
Şimdi gelelim eski bir efsaneye: Mirin adlı bir Amazon kraliçesi Kuzey Ege kıyılarında ‘Serne ’adında bir kenti zapteder erkeklerin tümünü kılıçtan geçirir; kadın ve çocuklarıysa köle olarak tutar. Kraliçe onlar için kendi adını taşıyan Mirin kentini kurar.
Mirinaynı zamanda Kyme Prienne ve Pitane Lesbos Adası’nda da Mitilin (Midilli) kentlerini kurar. Bir gün adaya giderken fırtına kopar.
Ana tanrıça Kibele filoyu korur ve Semadirek Adası’na götürür. Kraliçe Mirin o güne dek kimsenin oturmadığı adada Kibele’ye saygı ve şükranlarını anlatmak için bir tapınak kurar.
Buradan da anlaşılıyor ki Kraliçe MirinTanrıça Mirin ’in bir rahibesiydi.
Amazonlarla ilgili söylenceleri bir kenara bırakırsak geriye fazla birşey kalmıyor aslında.
Tarihte gelmiş geçmiş bütün halkların geçmişine bakıldığında söylencelerin yanında gerçek olan olayların tarihinin de anlatıldığını görüyoruz.Amazonlardaysa bu ayrım neredeyse yok denecek gibi.
Anadolu ’dan geçen bütün halklar Amazonların izini -eğer vardıysa- çoktan örtmüşler.
Peki o halde Amazonların gerçekliğiyle ilgili soruları yanıtlamaya nereden başlamak gerek?
Onların yalnızca söylenceden ibaret olduklarını söylemek ne denli zorsa gerçekten yaşadıklarını söylemek de aynı şekilde zor. Bugüne dek bu konuda ortaya atılmış birkaç temel görüş var. Bunların hepsi de Amazonların öyküsünün günümüzdeki halini alıncaya dek çeşitli söylencelerle beslendiğini ortaya koyuyor.
- Birinci görüş Amazonların erkeklerin yanında yardımcı olarak savaşa giren kadınlardan türediği yolunda.
- İkinci görüş Yunan kolonilerine saldıran tamamen tıraşlı yabancıların kadınlar olarak yorumlanmasıyla ilgilidir.
İlk görüşü ortaya atan Bizans tarihçisi Caesarea ’lı Procopius düşüncesini şöyle dile getirir: “Sabiri diye çağrılan Hunlar diğer bazı Hun kabileleri gibi o bölgede (Kafkasya ’da) yaşarlar ve Amazonların aslında burada ortaya çıktıklarını ve sonradan Thermodon Nehri ’nin üzerinde şu anda Amisos kentinin bulunduğu Themiserya yakınlarında kamp kurduklarını söylerler.
Fakat bugün Kafkas bölgesi civarında Strabon ve diğerlerince haklarında çok yazılmış olmasına rağmen Amazonlarla ilgili ne korunmuş tek bir hatıra ne de onlarla ilişkili bir isim vardır.
Erkeklerin özelliklerini taşıyan bir kadın ırkının asla var olmadığını ve insan doğasının kabul edilmiş gerçeğinin Kafkas Dağları’nda bir istisna oluşturmadığını savunan tez daha akla yakın görünüyor.
Fakat gerçek bu bölgelerdeki kavimlerin kadınlarıyla birlikte büyük bir orduyla Asya ’ya bir akın düzenledikleri Thermodon Nehri ’nde kamp kurdukları ve kadınlarını burada bıraktıklarıdır. Sonra erkekler Asya ’nın büyük bir kısmını yağmalarken bu toprakların yerli halklarınca kıstırıldılar ve tek kişi bile kurtulamadan katledildiler.Böylece hiçbiri kadınların kampına geri dönemedi. Bundan böyle kadınlar çevrede yaşayan halkların intikamından korktuklarından erzakın da yetersizliğiyle erkeklerin görevlerini üstlendiler.
Erkeklerin kampta bıraktıkları araçlarla silahlandılar. Tümüyle yok edilene dek de burada erkeksi bir cesaret göstermek zorunda kaldılar. Olan işte buydu.
Amazonların kocalarıyla birlikte savaşa çıktıklarına benim zamanımda gerçekleşen bir olaya dayanarak inanıyorum…
Hunlar Roma topraklarına sık sık akın eder savaşırlardı. Geride bıraktıkları ölü Hunların arasında kadın savaşçıların cesetlerine de rastlanırdı…”
Procopius ’un Kafkasları Amazonların kalesi olarak göstermesi gelenekle uyum sağlar. Dağlar sık ormanlar ve genel olarak keşfedilmemiş bölgeler geç klasik dönemde yaşayanlara göre Amazonların yerleşim yerleridir.
16.yüzyılda yaşamış olan İspanyol kaşifi Francisco de Orellana Güney Amerika ’da Marnaon Nehri kıyılarında Tapuyas yerlilerinin saldırısına uğradı. Anlattığına göre yerlilerin saflarında silahlı kadınlar da vardı. Nehir bundan sonra Amazon olarak anıldı.
Amazonlarla ilgili ikinci bir görüşse onların aslında tıraş olmuş erkekler olduğu yolundadır.
Bu görüşü düşünmeye başlamadan önce kadınlarla karıştırılan erkeklerin birtakım koşulları taşımaları gerektiği görülüyor:
1) Amazonların yaptığı gibi onlar da Anadolu’ya birçok küçük kabilenin bulunduğu dönemde yerleşmiş olmalıdırlar.
2) Güçlerinin zirveye ulaştığı dönem Amazon zaferleriyle üst üste gelmelidir ve MÖ 15 ila 20.yüzyıllardan sonra olmamalıdır.
3) Akaların MÖ 1100 dolaylarında Attika’dan Anadolu ’ya göç etmelerinden önce yok olmuş olmaları gerekmektedir.
4) Yunanlıların sakalsızlığı kadınlıkla özdeşleştirdikleri bir dönemde sakalsız olmalıdırlar. Böyle bir millet aramak Amazonları aramaktan çok daha güç gibi görünüyor.
Oysa böyle bir halk var: "Hititler"
Hititler o dönemde dünyanın en büyük uygarlıkları arasındaydı. Hititlerin yükselişi MÖ 1300 ’lerde başladı; Mısırlıları yendikleri MÖ 1296 ’da doruğa ulaştı. Ne var ki bir süre sonra batıdan gelen deniz halklarının baskısına dayanamayan Hitit devleti çöktü MÖ 1200 ’lerde başkentleri Hattuşaş yakıldı.
Amazonların yok oluşu gibi Hitit imparatorluğu da hızlı bir biçimde tarih sahnesinden çekildi. Öyle ki MS 19. yüzyıla dek unutuldular.
Eğer Hititlerle Amazonlar arasında heyecan verici bir benzerlik olduğu kabul edilirse sakal bir anda önem kazanır. Hititler Yunanlıların sakal bırakma adetini izlemediler. Yunanlılar için sakal savaş alanında yakın dövüşürken ya da herhangi bir sokak kavgasında sorun çıkarsa da hazine değerindeydi. Sakal düşmana tutup çekebileceği uygun bir araç sağlıyordu. Bu nedenle MÖ 331 yılında Büyük İskender Arbela savaşına girmeden önce askerlerine sakallarını kesmelerini emretmişti.
Gerçek ne olursa olsun Yunanlılar Büyük İskender dönemine dek sakallarını kesmediler. O yıllarda kıllılık erkekliği kılsızlık da kadınlığı simgeliyordu.
Ünlü komedi yazarı Aristophanes oyunlarından birinde efemineliğiyle ünlü oyun yazarı Euripides’e Agathon’a cilveli bir eda ile “Her zaman yanında tıraş bıçağı bulunur.
Onu bir saniyeliğine bana versene” dedirtir. O dönemde tıraş bıçağı erkeğin değil kadının gerekli bakım eşyalarından biriydi.
Yunanlılar Hititlerle ilk kez MÖ 12. yüzyılda ilişki kurdular.
İki uygarlık Akaların Dorlardan kaçmak üzere Anadolu’nun Ege Denizi kıyılarında kurdukları kolonilerin bulunduğu topraklarda karşılaştılar.
Hititler sakal uzatmayı Yunanlılardan görüp benimsediler. 12.yüzyılın ortasından önce yapılan anıtlarda Hititler tıraşlı gösterilir; sonrasında sakallıdırlar. Yunanlılar için bu dönem öykü anlatıcılarının evlerinden uzak göçmenleri cesaretlendirip şevklendirmek için masallar oluşturdukları dönemdir.
Masallarda Aka kahramanları tekrar tekrar anlatılarak yaşatılırdı. Eski çarpışmaların bazılarında Yunanlılar sakalsız Hitit savaşçılarını küçümseyerek “kadın savaşçılar” olarak adlandırmış ya da tamamen yanlış anlamaya dayalı Hititleri kadın zannetmiş olabilirlerdi.
Bu tür yanılgıların izlerini Yunan mitolojisinde görmek mümkün. Sözgelimi o döneme dek at görmeyen Yunanlılar ata binmiş birini gördüklerinde ikisini tek bir canlı gibi düşünmüş ve kentaurlar söylencesine neden olmuşlardı. Aynı şekilde Hititlerin profilden devasa boyutlarda duvarlara resmettikleri tanrı figürlerini de görmüştü Yunanlılar.
Hititler duydukları saygıdan dolayı tanrı figürlerini insanlara göre çok büyük çiziyorlardı. Profilden çizildiği için tek gözü görülen tanrı figürleri Yunanlılar arasında tek gözlü devler olan Kyklop (Tepegöz) söylencesini doğurmuştu.
Amazonlar da böylesi bir yanlış anlamanın sonucunda ortaya çıkmış olabilirler.
Halikarnas Balıkçısı “Böyle bir yanlış anlama varsa İzmir kentinin Hititlerce kurulduğunu söyleyebiliriz” der.
Balıkçı ayrıca Artemis tapımının kökeni olan ana tanrıça tapımının Hititler döneminde yerleşmiş olduğunu söyler. Efes ’teki Artemis heykellerinin iki yanında bulunan geyiklerin de Hititlerin kader mutlu alın yazısı simgeleri ya da tanrısı kimlikleriyle “runda” adında kutsal saydıkları geyik olduğunu da belirtir.
Bu görüş akla oldukça yatkın gelse de minik bir pürüz içeriyor. Bugün Hititler olarak bildiğimiz kendilerine Nesililer diyen halk Asya’dan Anadolu ’ya geldiğinde ataerkil yapıdaydı. Dolayısıyla beraberinde bir tanrıça kültürü getirmiş olamaz.
Nesililer denen halk Anadolu’yu ele geçirip birleştirdikten sonra burada yaşayanların kültürlerini benimsemiş hatta onların adını almıştı. Hatti Ülkesi denen Anadolu anaerkil yapısını koruyordu. Bundan yola çıkarak belki de Amazonların çıkış noktasını Hititlerden daha geride Anadolu’nun Nesililerden önceki halklarında aramak daha doğru olabilir.
Gerçek ya da söylence kadın savaşçılar ya da kadın sanılan erkekler; Amazonlar yalnızca Anadolu halkları ve Yunanlılar üzerinde değil tüm dünya tarihinde bir yer sahibi bugün.
Feminist hareketlerde kadının erkeklerle eşitliğini vurgulamak için Amazon sözcüğü hâlâ kullanılıyor.
Bu cesur kadın savaşçılarla ilgili anlatılanlar bir masalsa romanlardan televizyon dizilerine dek bütün dünyanın aklına kazınmış bir masal

Pişmiş topraktan (Terracotta )siyah figürlü Amfora. Yunan mitolojisinde bir yaratık olan Siren resmedilmiş. Arkaik Yunan Dönemi, M.Ö. 550 civarı.


Fotoğraf açıklaması yok.

Pişmiş topraktan (Terracotta )siyah figürlü Amfora. Yunan mitolojisinde bir yaratık olan Siren resmedilmiş. Arkaik Yunan Dönemi, M.Ö. 550 civarı.

Sirenler: Yunan Mitolojisinde yarı kuş yarı kadın formunda deniz iblisleri olup, denizcileri söyledikleri şarkıların güzelliğiyle cezbettikten sonra kendilerinden geçen kurbanlarını kayalıklara doğru çekerek, teknelerinin batmasını sağlayıp, denize düşenleri parçalayıp yediklerine inanılmaktaydı.

Roma İmparatorluğu. ( imparatorluk olmaya başlama tarihi MÖ 27 ) Yurt dışından satın aldığı ürünler

Roma İmparatorluğu ile ilgili görsel sonucu

Roma İmparatorluğu. ( imparatorluk olmaya başlama tarihi MÖ 27 )
Yurt dışından satın aldığı ürünler :
- İPEK... Çin
- KUMAŞ... Hindistan ve Mısır
- BAHARAT... Hindistan ve Doğu Afrika
- ÇİÇEK... Güney Arabistan
- DEĞERLİ TAŞLAR ( elmas pırlanta vs )... Hindistan
- MADEN... Hindistan ve Orta Doğu
- ALTIN... İran
- FİL DİŞİ... Doğu Afrika
- KÖLE... Afrika
Yurt dışına üretip sattığı ürünler :
- ŞARAP

Roma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti'nin Augustus liderliğinde MÖ 1. yüzyılda yeniden örgütlenmesiyle kurulan Antik Roma devletidir. Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu, 375 yılındaki Kavimler Göçü'yle başlayan karışıklıklardan sonra 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı

27 Eylül 2019 Cuma

Sivas’ta Kuduz Aşısı programı Belirtilen süre içerisinde günde en az 120 bin doz aşı havadan araziye bırakılacak.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, ayakta duran insanlar, takım elbise, bulut ve açık hava

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve takım elbise
Görüntünün olası içeriği: 5 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar ve açık hava

Valimiz Salih Ayhan, Nuri Demirağ Havalimanı'nda düzenlenen Kuduz Aşısı programına katıldı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye'de 'Kuduza Karşı Ağızdan Aşılama' projesiyle ilgili yetkililerden bilgi alan Valimiz Ayhan, aşı kapsüllerini inceledi.
Sivas’ta 19 Eylül tarihinden itibaren aşılama çalışmalarına başlanıldığını ifade eden Valimiz Ayhan, ”Projeyle doğada bulunan yabani hayvanların kuduz hastalığına karşı bağışıklığının temini hedeflenmektedir. Bakanlığımıza projeyi uyulamaya koyduğu için teşekkür ediyorum" dedi.
6 adet Uçak ve 12 pilotla gündoğumu ve günbatımında 20 gün süreyle aşılama yapılacağını ifade eden Valimiz Ayhan,”Belirtilen süre içerisinde günde en az 120 bin doz aşı havadan araziye bırakılacak. Böylece kuduz hastalığına karşı ciddi bir önlem alınmış olunacak “dedi.

Kaynak: 
Sivas Valiliği