Büyük ozan Homeros epik şiiri Odysseia’da Girit’ten “şarap rengi engin denizin ortasında bir kara vardır, güzel olduğu kadar zengin, sayısız ahalisi, doksan şehri vardır. Burada diller karışmıştır” diyerek bahseder. Bu şarap yüzlü denizin üzerinde yabancı diller konuşanlar ili, Akdeniz’in alelade bir noktası değildi.
Homeros’a göre burası, en güneydeki Yunan adası, Avrupa’nın en eski uygarlıklardan birininse yuvasıydı. İskenderiye’nin neredeyse 650 km kuzeyinde yer alan Girit MÖ yaklaşık 7000’den, Neolitik dönemden beri yerleşim almakta. MÖ ikinci binyılda burada gelişen kültür tüm Doğu Akdeniz dünyasına yayılmıştı. Girit’in denizlere hâkim oluşu ise ihtişamlı sanat ve mimarisinin sonrasında gelecek Mikenleri derinden etkilemesine imkân tanımıştı.
Labirentin içinde
Girit’e ait birçok mit ve efsane Zeus ve Fenikeli prenses Europa’nın oğlu Kral Minos etrafında toplanır. Çapkın tanrı Zeus görüp gönlünü kaptırdığı Europa’ya yanaşmak için kendini güzel, beyaz bir boğa kılığına sokar, boğayı sevimli bularak sevmeye başlayan Europa, boğanın sırtını okşayarak üzerine biner, boğa ise onu Girit Adası’na kaçırır, burada birleşirler ve bir zaman sonra bu birleşmeden Minos doğar. Minos daha sonra Girit Adası’na hükmederek büyük bir uygarlığın başı olur. Bizzat Zeus’tan talimat alan Minos onun yönetimi altında güçlü bir donanma oluşturur ve rakip şehir Atina’yı alt eder.
Yaygın bir diğer mitte, Minos Atinalılardan yarı boğa yarı insan bir yaratık olan ve zapt edilemediği için bir labirente hapsedilen Minotor’a kurban olarak her yıl yedisi kız yedisi erkek on dört Atinalı genç göndermesini ister. Girit Uygarlığı’nın çöküşünden sonra yaratılmış olsalar da daha sonraki Yunan halklarının Giritlilere duyduğu saygıyı bu mitlerde açıkça görebilmek mümkün.
Kral Minos’un mitolojik konumuna rağmen tarihçi Thukididis ondan tarihi bir figürmüş gibi bahseder. Thukididis’in anlattığına göre Minos Kiklad adalarını alarak Girit topraklarını genişleten, Karyalıları kovarak yönetim için kendi oğullarını atayan, genişleyen topraklarını korumak için denizi korsanlardan temizleyen bir fatihti.
Thukididis Girit’i bir talassokrasi (Yunanca deniz anlamına gelen “thalassa” ve güç anlamında gelen “kratos”tan oluşan, denizciliğin ön planda olduğu uygarlıkları niteleyen ifade) olarak görür. Bu görüşün antik Girit’in gerçekliğinden ziyade Atinalı Thukididis’in kendi döneminde bölgedeki donanma gücüne dair endişelerini yansıtıyor olması muhtemel. Modern tarihçiler Girit’i denizcilikteki ustalığını işgalden çok ticaret için kullanan daha az saldırgan bir uygarlık olarak görme eğiliminde.
Güç, Prestij ve Saraylar
Girit antik Yunan uygarlığı açısından büyük bir öneme sahip olsa da kültürüne ilişkin yapılan arkeolojik araştırmalar görece daha yeni öyle ki bu güçlü Tunç Çağı uygarlığına ait en erken izlerden bazıları 19. yüzyılda gün yüzüne çıkarılmış. İngiliz arkeolog Arthur Evans Girit’teki kalıntıları 1900’lerin başlarında keşfetmiş. ve efsanevi Kral Minos’un onuruna, kalıntılarını ortaya çıkardığı bu uygarlığa “Minos Uygarlığı” adını vermiş.
Arkeolojik deliller Girit’in MÖ üçüncü binyılda Kiklad Adaları’ndan gelen bakırdan Anadolu’dan gelen kalaya kadar birçok yerden birçok malın alınıp satıldığı geniş bir ticaret ağının merkezinde yattığını gösteriyor. Bakır ve kalay gibi mallar, Giritlilere güç ve prestij getiren tuncun üretiminde temel maddelerdi. MÖ ikinci binyılda Girit’te Yeni Saray Dönemi (MÖ 1700-1490 dolayları) olarak bilinen dönem boyunca büyük ve ihtişamlı saraylar inşa edilmeye başlandı. Evans, Knossos sarayı ve efsanevi Kral Minos’un tahtı da dâhil olmak üzere bu yapılardan birkaçını yaptığı kazılarda gün yüzüne çıkardı. Daha güncel tarihli arkeoloji kazılar ise Girit’in söz konusu dönemde geniş ölçüde kentleştiğini ve Knossos’un diğer Girit şehirleri üzerinde bir tür hegemonyaya sahip olduğunu gösterdi. MÖ ikinci binyılın yarısı Girit için büyük bir refah dönemiydi.
Birçok Girit yapısına seküler bir ifade olarak “saray” ismi verilmiş olsa da araştırmacılar bu tür yapıların kraliyet ailesi için bir barınma yeri olmaktan çok daha fazlası olduğuna inanıyor. Girit uygarlığında gerçek anlamda bir kraliyet hanedanı olup olmadığı kesin bir biçimde ortaya konmadığından bu ihtişamlı sarayların hem seküler hem de dini birtakım rolleri olduğu düşünülüyor. Bazı arkeologlar bu sarayları ham maddelerin kontrol edilip dağıtıldığı, ritüellerin gerçekleştirildiği, adalet işlerinin yürütüldüğü, su dağıtımının sağlandığı ve halk için çeşitli kutlamaların organize edildiği kent merkezleri olarak yorumluyor. Uygarlıkta günlük yaşam çoğunluk için basit ancak rahattı. Adalılar taş, kerpiç ve ahşaptan yapılma evlerde yaşıyor, iç ekonomi ise bağcılık ve zeytin yetiştiriciliğine dayalı olacak şekilde işliyordu. Adayı çevreleyen selvi ormanları Girit donanmasının bel kemiğini oluşturan gemi yapımı için odun sağlıyordu.
Üst sınıfların refah seviyesi arttıkça, mücevherler ve değerli taşlar gibi lüks ürünler ithal edilmeye başlanmış bu da Girit’in ihraç ettikleri (odun, çömlek ve kumaş) için yeni ticaret yolları geliştirmek adına ekstra bir teşvik sağlamıştı. Bu dönemde antik Girit’te sur veya sur duvarı inşa edildiğine dair yalnızca çok az delil bulunuyor. Bu bulgu, adaya karşı ciddi bir tehdit olmadığına veya devriye gezen gemilerin kıyıları koruyacak kadar etkin olduğuna işaret ediyor. Diğer tür bir deniz kuvvetinin ticaret yollarını, limanları ve stratejik noktaları korumuş olması da muhtemel.
Girit etkisi
Girit kültürü ve ticaret faaliyetleri Ege boyunca yayıldıkça, Kiklad Adaları ve On İki Adalar’daki topluluklar Girit’le kurdukları temas sonucunda ciddi ölçüde değişim gösterdi. Girit modası Doğu Akdeniz’de çokça yaygın hale geldi. Yerel adalardaki seçkinler Girit çömlek ve kumaşlarını ilkin bir prestij sembolü olarak edinmeye başladı. Giritli tüccarların varlığı ve bu tüccarlarla kurulan etkileşimler Knossos’un uzağındaki ada topluluklarının Girit’in standart ağırlık ve uzunluk ölçü sistemini benimsemesine yol açtı.
Girit etkisinin belki de en bariz işareti yazı sistemlerinin daha sonraki kültürlerin dillerinde karşımıza çıkmasıdır. Yapılan incelemelerde Girit harflerinin birkaç farklı formda kullanıldığı görülüyor. Bu formların en eskilerinden biri günümüzde Linear A veya çizgi yazısı olarak biliniyor. Arthur Evans tarafından keşfedilen bu yazı formu henüz deşifre edilmemiş olsa da araştırmacılar bunun Girit Uygarlığı’nın yerel dili olduğuna inanıyor. Ege adalarında keşfedilmiş birçok çömleğin üzerinde yazılı olması bu dilin dönemin bölgesel ortak dili olabileceğini düşündürüyor.
Diğer bir yazı formu Linear B olarak adlandırılıyor ve Linear A’dan evrildiği biliniyor. İlk olarak 1950’lerde keşfedilen Linear B, bilinen en eski Yunan lehçesi olarak tanımlanıyor.
Giritliler Ege adalarının yanı sıra Mısır, Suriye ve Yunan ana karasıyla da ticari ilişkiler yürütmüştü. Ticaret yollarının İtalya ve Sicilya’ya kadar batıya uzanmış olması muhtemel. Belirli bazı noktaların Girit’le ve denizcileriyle özellikle yakın bağları olduğu biliniyor. Bu noktalar arasında Girit’in doğu ticaret yolu üzerinde konumlanan Miletos da yer alıyor. Günümüzde Santorini olarak bilinen Thera Adası’ndaki Akrotiri kenti bu Girit yerleşimlerinin en iyi koruna gelmişlerinden biri. MÖ 16. yüzyılda gerçekleşmiş bir volkanik patlama Akrotiri’yi küller altında bırakarak, 19. ve 20. yüzyıllarda gün yüzüne çıkarılan kalıntılarının korunmasını sağlamış. 1960 ve 70’lerde yapılan kazılarda belirgin Girit özellikleri taşıyan zengin bir şehir ortaya çıkarıldı. Şehir surları üzerinde parlak renklere boyanmış stilize dövüşçü, tırmanan maymun, yüzen yunus ve uçan kuş resimleri bulunuyor. Akrotiri’de keşfedilen resimlerin kalitesi bunları yapan sanatçıların Giritli olduğunu veya Girit kültüründen etkilendiğini gösteriyor.
Kiklad Adaları’ndan Melos ve Kea’da ayrıca On İki Adalar’da da bariz Girit etkisine rastlanıyor. Peloponez yarımadasının güneyinde yer alan Kitera adasındaki Kastri yerleşimi Girit’in kültürel gücünün bir diğer örneği. Bölgenin sahip olduğu iskerlet (kumaş boyamak için kullanılan mor renk mürekkebi oldukça değerli bir tür yumuşakça) stoğunu kullanmak için kurulan Kastri şehir planlaması açısından tam anlamıyla Girit’e özgü. Ancak, böylesi bir kent bile bir sömürge değildi. Bu tür yerleşimlerin siyasi açıdan Girit’e tabi olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunmuyor.
Küllerden doğmak
Girit Uygarlığı MÖ 15. yüzyılda gerileme dönemine girse de bunun asıl nedeni tam olarak bilinmiyor. Ortaya atılan iddialardan biri Thera’da yaşanmış bir volkanik patlamanın Girit ticaret yolları üzerideki diğer kentlere zarar vererek ekonomiye ciddi bir darbe vurduğu yönünde. Eldeki tüm deliler göz önüne alındığında, patlamanın Girit’teki yaşamı doğrudan etkilemediği görülüyor. Thera’nın yaklaşık 120 kilometre güneyinde yer alan Girit’te patlamaya dair herhangi bir iz bulunmuyor.
Girit kentlerinin patlamanın ardından en az birkaç nesil boyunca olumsuz bir etki görmediği düşünülüyor. Ancak arkeologların MÖ 15. yüzyılın ortalarında gerçekleşmiş bir işgalin izlerine rastladığı bildiriliyor. İşgal sırasında, Girit’in merkezi ve güneyindeki büyük saraylar da dâhil birçok alan yakılmış, birçok yerleşim ise olayın hemen ardından terk edilmişti. İşgalcilerin Girit yönetimini alt edip, adanın kontrolünü eline almış böylelikle Girit hâkimiyetiyle geçen döneme son vermiş olması son derece muhtemel.
Uygarlık ani bir şekilde çökmüş olsa da Girit etkisi varlığını uzun süre sürdürmüştü. Renkli kültürü yeni bir bölgesel gücün, mitolojilerinde Kral Minos’u ve Girit’i övgüyle ele alan Mikenlerin, yükselmesinde temel bir etki yaratmıştı. Mikenlerce benimsenen Girit yazı sistemi Linear B, Homeros’un dünyaca ünlü iki şaheserini yazdığı dil olan Yunanca için de bir esas oluşturdu.
National Geographic. Mireia Movellan Luis.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder